Kutsal Emanetler Kime Sesleniyor

Başlatan Tekyürek, 25 Ekim 2014, 15:20:06

« önceki - sonraki »

0 Üyeler ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Kutsal Emanetler Kime Sesleniyor



Topkapı sarayının en gizli hazinelerinden biridir her zaman sergilenmeyen kutsal emanetler. Bu emanetler bilindiği gibi uzun saklanma öykülerinden sonra 1417'de Yavuz Sultan Selim vasıtasıyla Osmanlı'ya intikal etmiş. 1962'den beri de belli zamanlarda halka açık olarak sergileniyor. Genelde sadece Ramazan ayında.



Açıkçası kimilerinin İslamı arkaik ve mitolojik olarak gösterme çabaları beyhude bir iş ve bu sergiye gelen insanlardan edindiğim izlenim de adeta bunun kanıtı. Bir ok, bir su kabı ya da hırkanın hatırlattığı insan, aradaki bütün zamanı şimşek hızıyla kapatıp varlığını yanı başımızda bize duyuruyor. Kalpsiz dünyaya getirdiği iyilik adalet ve kararlılık dolu eşsiz bir söylemin harfleri damarlarımızda akmaya başlıyor.



En dayanıklı malzeme olan çelik ve demirden yapıldıkları için en çok kılıçlar hayatta kalmış.  O kılıçların sadece adalet için ve insanlığın değerlerini koruma uğruna kalktığını bilmek çok önemli. Son kerteye kadar barış selam ve anlaşma için verilen mücadelelerin ardından. Zillete karşı.



Yedinci yüzyıldan kalma kılıçlar Ammar bin Yasir, Halid bir Velid, Cafer-i Tayyar, hz. Ömer hz. Ebubekir, Hz.Osman, Hz.Ali ve sevgili peygamberimizin kılıçları. Hepsi birbirine benziyor, son derece mütevazı ve gösterişsizler. Belli ki şan almak, güç gösterisi yapmak, kişisel çıkar sağlamak için taşınmamışlar. Bir hüzün yayılıyor kılıçlardan, insanın içine işleyen. Şiddet değil merhamet çağrıştırır mı bir kılıç.  



Osmanlı döneminde yazılan 1595 tarihli bir Siyer-i Nebi kitabında Hıra dağının önünde Cebrail ve diğer meleklerin emrinde olduklarını söyledikleri anı anlatan cümlelerin, anlamı pekiştirmek için minyatürle de tasvir edilmesi, Veda Haccından önce peygamberimizin torunları Hasan ve Hüseyin'le vedalaşmasını anlatan başka bir minyatür hiç de batmıyor insana ve neden binlerce kişinin zaten görmüş olduğu, yüzü herkesçe bilinen tanınan bir peygamberin sanat içinde böyle tasvir edilemeyeceğini düşündürtüyor. Bir yandan da uluorta resimlenmesine kıyamayarak.



Yine sergide 16. yüzyılda yazılan bir Kısas-ı Enbiya kitabı da mesela Hayber'in fethi gibi olayları minyatürlerle anlatarak yazılı anlatımı şenlendirmiş, çok da iyi olmuş.  



Yusuf Has Hacib, Kutadgu Bilig'de “ehl-i beyt'i pek çok ve gönülden sev, onlara iyi bak, yardımda bulun, onlar peygamberin uruğudur, ey kardeş! sen de onları peygamber için sev” yazmış. Bu sayfalar da sergileniyor.



Hz. Fatıma ile ilgili bölümde sadece üç şey var. Bir büyük seccade var ve tanıtım künyesinde kesin bir aidiyet olmayıp büyük bir ihtimalle ona atfedildiği yazıyor. Bu yine de heyecan verici. Elbisenin künyesindeki kat'i ifade, “Hz.Fatıma'nın elbisesi”ibaresi sevenlerinin yüreğini allak bullak edecek cinsten. Ona bu kadar yaklaşmış olma hissi, aç kaldığı günlere, türlü çeşit meşakkatlere, tanık olduğu olağanüstü sancılı olaylara, insanın bünyesini sarsıyor. İyice incelemek lazım hazır göz görmüşken. Oldukça az işlem görmüş ham bir ketenimsi kumaştan neredeyse çuha denilebilecek bir materyalden. Sıfır yakalı, incecik bir boyun oyuntusu. Bele doğru hafifçe kavis yapan sade bir kesim. Uzun kollar ağızlara doğru biraz genişlemiş. Belden sonra kloş ya da çan gibi açılmış biraz. Dökümlü olmayan neredeyse sertçe bir iniş. Evet ona hırka da denilebilir sadeliğine ve tevazusuna bakarak. Yoksul bir kadının içinde kalbini tezkiye ettiği, yaşananların şiddetinden içine sığındığı, naif bedenini gizlediği bir ev. Evi de bundan biraz büyüktü zaten. Elbise  beni çok etkiledi. Bakışı doğrudan  ruha yöneltecek, güzelliğin hakikatiyle buluşturacak bir ateş düşürüyor insanın içine. Yedinci yüzyıldan bir kadın. Ne ki bir kızkardeş kadar yakın geliyor kokusu. Hz:Hüseyin'in atfen değil saklanma silsilesiyle gelen beyaz gömleğini görünce de al kanlar içindeki Hüseyin imajından sonra küçük bir şok yaşıyor görenler.  



Nasıl gelmiş böyle az yıpranarak bu giysiler. Peygamberimizin su bulunmadığı zamanlarda teyemmüm yapmak için kullandığı tablet nasıl geldiyse öyle. Kırmızı topraktan pişirilerek yapılmış olan tablet MÖ. 7. yüzyıldan kalma. Üzerinde çivi yazısıyla bir yazı var. Okuyamadım bir türlü!!



Hırkayı iyi kollamak lazım. Bazen sergileniyor bazen yıpranmasın diye esirgeniyor gözlerimizden. Bu sefer göremedim. Fakat bilelim ki Kaside-i Bürde'nin şairi Zübeyr bir Kaab'a sırtından çıkarıp hediye ettiği hırka Topkapı'da, çok yakınımızda.  



Su içtiği tasa gelince, duygulanmamak elde değil.



Medine'de en son vefat eden sahabe olarak bilinen Sehl, kendisi ondört yaşındayken susayan peygambere su vermiş bir ziyaretinde. Tahtadan tas şeklinde bir su kabı. Günümüze kadar saklanırken içi zamanla yıpranmasın diye siyah bir maddeyle kaplanmış. Dışı da gümüşle. Gümüşe kabın elden ele yaşadığı öykü yazılmış dualarla. Eşyanın da bir kaderi, kıymeti, ruhu ve dünyada konaklama ve zamana karşı koyma hikâyesi var elbet.  



Su içen adam başını kaldırdığında nasıl bir toplum görüyordu, neyin mücadelesini vermişti. Yasin suresinde anlatılan, şehrin bir ucundan koşarak gelen adam, neden ona inanmaları ve uymaları için kendini paralamıştı ölümü pahasına.  



Mekke, hakkındaki tekerlemelerin bize bildirdiği gibi insanlığın dibe vurduğu bir şehir olmamıştı. Ahali temiz herkesi adaletle kuşatacak ilkeleri bilmez de değildi. Birden aydınlanmadı insanlar. Vahyin dokunaklı değmesiyle belki ayıldılar gaflet uykusundan.



Üç büyük kıtanın birbirine değdiği yer olan Arabistan'ın merkezindeydi “yeryüzünün göbeği” denilen Mekke. Dünyanın birçok milleti harmanlanırdı burada. İki bin yıllık bir şehir kültürü vardı. Kervanlarla her yere ulaşıp tanışmışlardı “başka” olanlarla. Umm'ul kura'ydı adı bu yüzden. Şehirlerin anası. Mekkeliler çocuklarına iyi bir dil ve edebiyat eğitimi vermek için yarışırlardı.  



Dile önem verilen, Arap dünyasının en büyük şiirlerinin Kabe duvarına asılarak onurlandırıldığı bir zamanda, adalet, yüce gönüllülük, kahramanlık, özveri, sadakat, vaadinde durmanın azizliği, kim haklı kim haksız bilinmez mi. Bunların bilinmediği bir zaman yoktur zaten. Çünkü ilk sayfalar Adem'e verilmiş, hak ve adaletin temel dayanakları öğretilmişti. Kötülük ve adalet aynı anda görülmüştü dünyada. Birlikte neredeyse yan yana inmişlerdi.  



Hılful fudul kurulmuştu şehirde. Erdemlilerin ittifakı. Şimdiki gibi farklı eğilimlerden insanların vicdan buluşması. Saygın birinin evinde buluşan şehrin ileri gelenleri “Allah a yemin ederiz ki, zulme uğrayanın yanında yer alıp, zalim ona gaspettiği hakkını iade edene kadar hepimiz bir tek el gibi olacağız” diye yemin etmişlerdi. Peygamberimiz de onlardan biriydi. Emin olmak diye bir şey vardı ve gençliğinden beri herkesin ittifak ettiği adı buydu onun: Muhammed'ül Emin. Cahiliye toplumu denilen toplumun bilmediği yoktu.  



Sorun şuydu ki, tıpkı şimdiki zamanın insanları gibi onlar da hakkı bilerek çiğniyordu. Nefsin kendini hep temize çıkaran ateşi sarmıştı herkesi. Kulaklarından taşıyordu hırs ve doyumsuzluk dumanı. Şimdiki gibi. Sınırsız ve denetimden çıkmış “arzu”her şeyin önüne geçmişti. Dünyevi küçücük bir kayıp şüphesi korkuyla sarsıyordu bünyeleri. T.S. Eliot'un Katedralde Cinayet adlı şiirindeki gibi. “Fırlayacakmış gibi atıyor kalplerimiz, soğan gibi soyulmuş beyinlerimiz, kimsenin anlayamadığı kaçınılmaz bir korku içinde kaybetmişiz, kaybetmişiz kendimizi” dediği şey.



Hırkadan ve su kabından yayılan yücelik, alçak gönüllülük ve kendini bilme hali her zamanın insanına lazım. Her zamanda yeniden öğretildiği halde. Onun bizim için yakarırken af gerekçesi olarak ileri sürdüğü “bilmiyorlar” mazeretini, başka bir duymayla “unutmuşlar” olarak alabiliriz belki. O yüzden hatırlama günleri bu günler, bu sergiler...



Yıldır Ramazanoğlu

Linkback: Kutsal Emanetler Kime Sesleniyor
  • Gösterim 1,699 
  • Herşey Genel Paylaşım
  • 0 Yanıtlar


Linklerin Görülmesine İzin Verilmiyor Üye ol Veya Giriş Yap


Paylaş whatsappPaylaş facebookPaylaş linkedinPaylaş twitterPaylaş myspacePaylaş redditPaylaş diggPaylaş stumblePaylaş technoratiPaylaş delicious

Benzer Konular (1)

Yanıtlar: 0
Gösterim: 1460


İçerik sağlayıcı paylaşım sitesi olarak hizmet veren Replikacep.com sitemizde 5651 sayılı kanunun 8. maddesine ve T.C.Knın 125. maddesine göre tüm üyelerimiz yaptıkları paylaşımlardan kendileri sorumludur.Replikacep.com hakkında yapılacak tüm hukuksal şikayetleri İletişim sayfamızdan bize bildirdikten en geç 3 (üç) iş günü içerisinde ilgili kanunlar ve yönetmelikler çerçevesinde tarafımızca incelenerek gereken işlemler yapılacak ve site yöneticilerimiz tarafından bilgi verilecektir.
Footer menü
Hakkımızda
Bize Ulaşın
Biz Kimiz
Hizmetlerimiz